Veronica Raimo: Sosyal adalet için savaşmazsak, patriyarkayla savaşamayız

Veronica Raimo’nun dördüncü romanı ‘Yalan Dolan’, Eren Cendey çevirmenliğinde Medusa Yayınları tarafından yayımlandı. Raimo, Booker Prize Uzun Listesi’ne aday gösterilen kitabında ‘kusurlu aile’ kavramını odağına alıyor.

Veronica Raimo ile ‘Yalan Dolan’ı konuştuk.

Medusa Yayınları tarafından yayımlanan ve Eren Yücesan Cendey tarafından çevrilen romanınız ‘Yalan Dolan’ Türkiye’de heyecanla karşılandı, eminim okurlar yanıtlarınızı da ilgiyle okuyacaklardır. Öncelikle, Veronica Raimo’yu biraz tanıyabilir miyiz? Yaşamınıza dair bizlere neler anlatırsınız?

Şu anda bir yazar rezidansı için Arjantin’deyim, ama normalde Roma’da yaşıyorum ve yılda en az bir kez Berlin’e giderim. İtiraf etmeliyim ki ben tembel biriyim, bu yüzden alışkanlıklarım da tembel birinin yaşamına uygun. Geç uyanırım, zamanımın çoğunu kafelerde geçirmeyi severim. Kafeler aynı zamanda hem yazı yazdığım hem de çeviri yaptığım yerler – aynı zamanda bir çevirmenim. Bunlar haricinde yemek yapmayı ve iskambil oynamayı da seviyorum.

Bir sanatçının olgunluğa erişim sürecinin anlatıldığı tür romanlara Künstlerroman diyoruz. ‘Yalan Dolan’ romanınız da ailevi travmalar, yürek parçalayan çocukluk deneyimlerinin yanısıra anlatıcının yazar olma yolculuğuyla ilgili bir roman. Bu pencereden baktığımızda romanınızın türü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Sizi bir aile romanı yazmaya ne teşvik etti?

Beni yazmaya neyin teşvik ettiğini pek bilmiyorum, genellikle böyle olur. Her şeyden evvel, başlangıç cümlesi dediğim ve işe yarayabilecek bir cümle gelir aklıma. Bu romanım için de bu durum geçerliydi. Başlangıçta bu romanı daha çok bir tiyatro oyunu için monolog olarak düşünüyordum. Benim için bunu bir roman olarak görmek hâlâ çok zor. Bu yüzden bir atmosfer ve ritim oluşturmaktan ziyade gerçek bir kurgu veya yapı oluşturmaya daha çok ilgi duydum (yani, bildungsroman’da olduğu gibi hikayede gerçek bir gelişme yok, kitabın sonunda “olgunluk” olarak adlandırabileceğimiz bir şey elde etmiyoruz, zaten bu benim pek hoşlanmadığım bir kavram, çünkü olgun olduğunuzda ne olur ki? – ölmek dışında?

‘SAVUNMASIZLIK DA BİR TÜR GÜÇ OLABİLİR’

“Hayata sıkıca tutunan bir kadın” olan ana karakterinizi daha detaylı bir şekilde anlatabilir misiniz? Kendisi iç dünyasında savunmasız ama dışarıdan çok güçlü görünüyor. Hangi zorlukları aşabildi? Acımasız ve ataerkil bir dünyada kadının mücadeleleri nelerdir?

Bence “savunmasızlık” da bir tür güç olabilir çünkü size sadece dış dünyayı değil kendinizi de sorgulama şansı verir. Kitaptaki karakterim bir kahraman değil, her an başarısız olabileceğinin farkında olan bir kadın. Kendine güvenen insanlara pek güvenmem ve aslında bunu feminizm öğretti bana, her şeyi daha geniş bir bakış açısından değerlendirmeyi, kendi ayrıcalıklarımızı ve önyargılarımızı tanımamızı, fikirleri değiştirme olasılığımızı ve mücadelemizde kapsayıcı olmayı. Bu yüzden eğer öncelikle sosyal adalet için savaşmazsak, patriyarkayla savaşamayacağımıza inanıyorum.

Yalan Dolan, Veronica Raimo, Çevirmen: Eren Cendey, 167 syf., Medusa Yayınları, 2024.

Ana karakterimiz Verika (annesinin hitap ettiği şekilde) ve annesi arasında büyük bir çatışma var. Bir anne ile kızı arasındaki bu büyük “boşluğu” nasıl açıklayabilirsiniz? Kuşak farkı mı yoksa daha derin bir Freudiyen bir mesele mi?

Sanırım anneler – özellikle İtalya gibi çok dindar ülkelerde – sevginin boğucu olduğunu ve sevilen kişinin kişisel tercihlerini yapmasını engellemek anlamına geldiğini düşünüyorlar. Tanrı sizin için neyin doğru olduğunu bilir ve anneler de kendilerinin Tanrı olduğunu düşünüyorlar.

‘AKIL SAĞLIĞINA İNANMIYORUM’

Ailevi travmaları olan insanlar bu uzun yaşam yolculuğunda bunların üstesinden gelebilir mi? Kırık kanatlar, paramparça kalpler nasıl onarılabilir? Psikolojik terapiler yoluyla mı? Aşka düşerek mi? Yazar olarak mı? Burada bir de bellek meselesine değinmek isterim. Anılarımızı her hatırladığımızda, beynimizin onları iyileştirmek için yeniden oluşturduğunu veya istediği gibi dönüştürdüğünü düşünüyor musunuz?

Her şeyin onarılabileceğine inanmıyorum ki bu da kötü bir şey değil. Akıl sağlığına da inanmıyorum. Düşünsenize, gerçekten kimin aklı sağlıklı olabilir ki? Ancak mesafenin ve yıllar içinde geçmişimizi yeniden değerlendirmenin ve belki de biraz ironi katarak, bizi yeni bir anlayışa götürebileceğine inanıyorum. Her şey affedilemez belki ama en azından deneyebiliriz ve bazen bir travmanın kaynağına gitmekten çok uzaklaşmanın çok daha iyi olduğunu düşünüyorum!

Genç bir kadının cinsel uyanışı ve keşifleri de romanınızda transparan bir şekilde anlatılıyor. Kürtajlar, cinsel deneyimler, jinekolojik muayeneler, doğum kontrol hapları, “metoo” etiketleri… Bunların tamamı kadını ilgilendiren deneyimler. Bunları yazmanın sizin için önemi nedir?

Bu konuları olduğu gibi, doğrudan anlatmaya çalıştım ancak yine de tüm vurguyu buraya yapmak istemedim. Direkt kadın temaları üzerinde durmak bana bir tür politik eylem gibi geliyor, özellikle de iki zıt türde retorik anlatı arasında bir kutuplaşma varsa.

Edebi atalarınızdan veya İtalyan hikayelerinden/ mitlerinden/ şiirlerinden/ romanlarından ilham alıyor musunuz? Ayrıca, Türkiye’den yazarlar/romanlar okudunuz mu?

Birçok farklı yazardan ilham alıyorum, kendimi İtalyan geleneğine fazla bağlı hissetmiyorum, örneğin şu anda Latin Amerika ülkelerinden gelen şeyleri çok seviyorum. Türk edebiyatını çok fazla tanımadığımı itiraf etmeliyim, Pamuk’u okudum ama başka bir yazarı okumadım. Berlin’e gittiğimde, Türk yönetmenler veya dramaturglardan oyunlar izliyorum.

Yazma rutininiz var mı, nasıl ve nerede yazıyorsunuz? Bir tılsımınız var mı? Bize bir gününüzü anlatabilir misiniz?

Daha önce de söylediğim gibi, yazma rutinim daha çok kafelerde geçiyor. Woolf’un önerdiği gibi kendim için bir oda istemiyorum, insanlarla dolu bir kafe bana yetiyor. Yalnızken sessizlikte, ilhamı kaybederim. Etrafımda olanlar yalnız başıma kalıp odaklanmaktan daha ilham verici geliyor. Herhangi bir küçük şey, birinin söylediği bir kelime, tüm dikkati çekmeye çalışan sinir bozucu bir çocuk… Her şey bir anlatı unsuru haline dönüştürülebilir. Bir de mutlaka kalem ve defterle yazı yazarım, sonrasında yazdıklarımı bilgisayara geçiririm.

Metniniz sizin bilmediğiniz başka bir dilde yeniden var ediliyor. Dünyanın dört bir yanından okurların ‘Yalan Dolan’a aşina olmaları nasıl bir his?

Çok ama çok güzel bir his. Gerçekten. Kendim de bir çevirmen olduğum için bir çevirinin arkasında ne kadar çok sevgi ve emek olduğunu biliyorum.

Romanınız Booker Prize Uzun Listesi için son zamanlarda aday gösterildi. Bir yazar olarak bu sizi nasıl hissettiriyor?

Bu benim için inanılmaz bir haberdi, aslında hâlâ tam olarak inanmıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir